Kahve
Kahvenin ilk vatanı Afrika kıtasıdır ve ilginçtir ki ilk kahve tiryakileri de keçilerdir. Güney Habeşistan'da (Etiyopya) hıristiyan manastırlarında yaşayan keşişler, besledikleri keçilerin bir bitkinin tohumlarını yedikten sonra canlı ve hareketli olduklarını gözlemişler ve bitkiyi pişirip içmeye başlamışlardır.
Bulunduğu yerin adı olan Kaffa'dan gelen ve kahve adını alan tohumlar. Ortaçağ sonlarında Güney Habeşistan'dan Yemen'e, oradan da Mekke'ye geçmiştir. Hac mevsiminde buralara gelen müslümanlar kahveyi kendi ülkelerine götürmüşlerdir.
Kahvenin Türklere gelmesinin Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethinden sonra olduğu belirtilmektedir. Kahve içilmesinin yayılması ve her yerde kahvehanelerin açılması Kanuni Sultan Süleyman zamanında gerçekleşmiştir.
İlk kahvehane Tahtakale'de (1553-1554) Halepli Hakem ile Şamlı Şems tarafından açılmıştır. Bu kahvehanelerde sedirlerde oturulurdu. Sedirler ve kerevetler üzerinde diz çökerek, bağdaş kurarak kahve içilirken meddahların anlattığı hikayeler dinlenirdi.
Kahve sadece kahvehanelerde değil, İstanbul'da olsun, Anadolu'da olsun eski Türk konaklarında ve evlerinde yapılan toplantılarda misafirlere büyük bir özenle pişirilerek ikram edilirdi.
Kahvenin özel bir şekli ve hazırlamada kullanılan özel kapları vardır. Çiğ ve çekirdek kahve önce kahve tavalarında kavrulur, buradan kahve soğutuculara aktarılır, soğuduktn sonra değirmende öğütülerek toz haline getirilirve kahve kutularında saklanırdı.
Kahve pişirmede güğüm veya cezve kullanılırdı. Bazı bölgelerde kahve "kahve sitili" denen mangal ve kahve takımlarında pişirilirdi. Telve dibe çöktükten sonra suyu kahve fincanlarına konularak ikram edilirdi.
Fincanlar porselenden yapılırdı. Bunlar kulpsuz olup gümüş, altın gibi maddeleden yapılan fincan zarflarına konmaktadır.Misafirperverlikle tanınan biz Türkler atasözlerimizde olduğu gibi, türkülerimizde de kahveye yer vermişizdir.
Kaynakça: Ankara Etnoğrafya Müzesi