Eski Ramazanlar
İnci Beşoğul
Eski Ramazan'lar şehir hayatında büyük bir değişiklik yapardı. Camiler şehri İstanbul kandillerle, mahyalarla ışıklara garkolur, ibadethaneler mü'minlerle dolar, bilhassa teravih namazından sonra şehrin eğlence yerleri canlanırdı.
Çarşılarda büyük bir hareket başlar, dükkânlar en temiz, en güzel mallarla donanır, sergiler açılır, buralarda türlü san'at eserleri teşhir olunurdu. Birçok adetlerini unuttuğumuz eski istanbul'un Ramazan-1 Şerif aylarında çarşılar, dükkanlar bir başka âlem olurdu. Şekerciler basılmış, yaldızlı listeler tertip ederler ve gümüş kaplı zarınedilecek derecede parlak kalaylı küplerini yaptıkları üzüm, ananas, vişne, kızılcık, kayısı, gül, koruk, portakal, turunç reçelle-riyle doldururlardı. Hususi kaplara dahi kumaş, limon, bergamud ve bunun gibi birçok şerbetlerle menekşe, ağaç -çiçeği,, demirhindi, nar ve diğer şuruplar koyarlardı.
Tesbihçiler armudi, tam yuvarlak, uçlu yuvarlak, yanm beyzi yumurta biçimi isimleriyle şekillerini tarif ettikleri nafe, mum, öd, pelesenk, kuka, gül, tırnak, bağa, yeniçıkma, sürtaşı, kehribardan otuzüçlük, doksan dokuzluk teşbihlerini perdaht ve çekmecelere istifa ederlerdi:
Bakkal, tuhafiyeci, tütüncü, kunduracı, terazi, manav, kasap hatta turşucu, kitapçı dükkanlan, kıraathanelerle, kahvehaneler bile başka bir nezafet ile süslenirdi.
Tiyatrolar gerekli tamirlerini yaparak, karagöz, perdesini kurmak hususunda istical eder, panorama, nişan atma, deniz canavan, aslanı, sinematograf, orta oyunu yerleri ayrılırdı. (1)
Ramazan'ı Şerif bir ibâdet, bir bolluk, bereket vebir neş'e ayı idi. Eski İstanbul'lular bu ayın bitmez tükenmez bereketine inanırlar, Allah'ın fakir ve yoksul evlere bile bir ferahlık verdiğini söylerlerdi.
Devlet daireleri, mektepler öyleden sonra açılır, akşama doğru başlar dumanlanır, herkes iftan sabırsızlıkla beklerdi. İftar sofraları eski hayatımızın artık unutulmuş güzelliklerinden biriydi. Bir eski Ramazan sofrasını şu satırlar anlatmaktadır:
(.... En küçüğümüzden, en büyüğümüze kadar on, oniki kişi sabırsızlığımızı duâların kerameti ile gidererek topu nasıl dindar ve hürmetkâr beklerdik. Bembeyaz başörtüleri içinde kadınların oruçtan sararmış yüzleri bir nevi şevkatle ruhanileşirdi. Gözlerini yanı-başındaki saatten ayırmayan erkekler ufak bir sandalye gıcırtısından bile huysuzlanırlardı. Ah o iftar sofralarının güzelliği, çini tabaklar içinde bir çiçek gibi rengarenk duran reçelleriyle, etraflarını birer hilâl gibi olan kokulu yarım simidleriyle âdeta bahçe güllüklerini andırırlardı.
Çorbaların biberli buğusu, kıymalı yumurtaların nefis kokusu odayı iştaha ile çoğaltan bir havayabürürdü. Mermer musluğun yanındaki kayık tabaklarda kabaran dolgun güllaçları kartoplarına benzetirdim. Bakır maşrapalarla billur sürahilere yavaş yavaş boşaltılan sular, içimizdeki hararete âdeta ince bir serinlik çizerdi. Hâlâ beklenen top atılmazdı. Her dakika sanki birleşirdi.
Top patlar patlamaz bütün sofradan bir (Besmele-i Şerif) fısıltısı havalanırdı. Bana en müessir gelen an o an idi. Reçeller simidleri dolanarak çukur tabaklarda çorbaların dumanı tüterek, billûr bardaklardan sular âdeta bir hasretli öpülür gibi içilerek sessiz sedâsız yemek yerdik. Kimi önünden geçerken imrenip aldığı ekmek ayvasını getirirdi. Kimi kendi eliyle yaptığı limonatayı iştihasını tıkayacak kadar çok ve çabuacak içerdi. Falan camideki mukabelecinin sesinden, falan vaizin sertliğinden, o gece gidilecek misâfirlikten lezzetle bahsederlerdi..
Yemek sonlarına doğru bizim sokaktan ekseriya Eyyüp işi küçük davullarını çala çala "Hela sayelasa"cı bir iki çocuk geçerdi. "Ahmediye"deki Karagöz "Kanlı kavağı" oynayacağı gece onlardan biri diğerine:
Hey oğlan bir çeyneği kopardım, gece gidiyorum, sen de gelsene, diye bağırırdı.
Ah bu sesi akıllarına getirse de bizi de yollasalar diye içimiz titrerdi. Gözlerimizde âlevler çaktıydı. Yaşar arkadaşlarına hüzünlü hüzünlü, ağabeyin bırakmıyor ki, "Semiyiye'ye teravihe gidecekmi-şiz" diye cevap verdi.
Hanım ninemiz
Aferin şu çocuğa!. Namazında niyazında bir delikanlı, Allah tuttuğu işi kolay getirsin. Karagöz de çocuklan hergün nesine imiş. İbadet de kötülük de küçük yaşta öğrenilir, demez mi?..
Evin büyüğü gözlerini aça aça:
Ne Karagöz'ü, öyle şeyleri aklınızdan çıkarın küçük beyler diye kesip atırdı. (1)
Orucun sersemliği asıl böyle vakitlerde başımıza çökerdi. Vezir pamaklan boğazımıza dizilir, güllaçlar avurdumuzda büyürdü. (2)
İftardan sonra çocuklar eğlencelere, büyükler teravih namazına giderlerdi. Saraylarda, konaklarda zengin ve kalabalık evlerde teravih namazlan Ramazan için aylık verilen imamlar tarafından büyük bir salonda topluca kılınırdı. Kadınlarla, erkeklerin yerleri kafesli paravanalarla yahud içiçe odalarla birbirinden ayrılırdı.
Geçen asırda ve Abdülaziz devrinde İstanbul'da birinci derecede Beyazid, ikinci Fatih, üçüncü Ayasofya pek kalabalık olurdu. Bu devrin son senelerinde vükelânın rağbeti üzerine Nuruosmaniye'ye hayli halk toplanırdı.
İftarı, teravihden sonra eğlenceler, gezilerle (sahur) takip ederdi. Şehirde Ramazan'ın geldiği davulla ilân olunur, sahur vakitleri mahalle bekçileri oruç tutacakları davullarla uyandırırlardı. Sahur yemekleri de çeşitli olur, bilhassa yaz mevsimlerinde hararet verecek şeylerin yenmesinden çekinilirdi. Hoşaflar şerbetler içilirdi.
Bu ibâdet ayının en şaşaalı geceleri 15. gece ile Kadir gecesi idi. Ramazanların 15'de Topkapı Sarayı'ndaki Hırka-i Saâdet Padişah ve teşrifata dahil zatlar tarafından ziyâret edilir, Kadir geceleri, mü'minlerle dolardı. O gece camilerde (Sakalı Şerif)'de Tekbirlerle, tehlillerle ziyaret edilirdi. (3)
(1) Menakibi İslâm Ahmet Rasim
(2) Ayrılıklar, Ruşen Eşref
(3) Dünden bugüne-Sernıed Muhtar