MİSAFİRE YEDİRMENİN ADÂBI
1 Yemek yedirmenin başlıca âdâbı, masraf yapmadan hazır olanı sofraya koymaktır. Şâyet yedirecek yemeği ve elinde de parası yoksa, borca girmez. Muhtaç olduğu nafakasını hazırda da da olsa, başkasına yedirmek mecburiyetinde değildir. Zâhidlerden bir tanesi borç olarak aldığı yemeği yerken, bir misâfir içeri girdi. Zâhid: «Eğer ben bu yemeği borç ile almasam, sana da yedirirdim, fakat veresiye aldığım bir yemeği sana yediremem.» dedi.
Daha evvel misafire yemek vermek için külfete girilmez denilmişti. Külfet, kendisinin yiyemediğinden misafire yedirmektir. Hattâ Fudayi «İnsanların birbirinden uzaklaşmaları külfettendir. Bir defa dostuna gider. Dostu bir sürü masraf edip külfete girer. Bunu gören dost, bir daha gelmez, bu suretle araları açılmış olur» dedi.
Külfedin bir çeşidi de varını yoğunu misâfire takdim edip, âile efradını sıkıntıya düşürmektir. Rivayet olundu ki; Adamm biri, Hz. Ali'yi (R.A.) evine dâvet etti. Hz. Ali (R.A.) «Üç şart ile davetini kabul ederim» dedi. Bunlar da «Çarşıdan birşey getirmiyeceksin, evine de ben geleceğim diye birşey yığmayacaksın, varını yoğunu ortaya koyup, çoluk çocuğunu rahatsız etmeyeceksin. Bu şartlar tahtında ben de gelirim» dedi. Selefden bâzıları, evinde olanın her çeşidinden sofraya getirirlerdi. (Bu misâfire ikramdır.)
Câbir b. Abdullah'a misafir geldi. O da ekmek ile sirkeyi sofraya koydu ve: «Eğer külfetten men'olunmasaydık, ben de külfete katlanır, size daha başka şeyler hazırlardım» dedi. Yine zâtın biri: «Ziyâretine habersiz gelenlere hâzırda olanından yedir. Külfete katlanma. Fakat sen dâvet edersen elinden geldiği kadar ikrâm yap.» Selmân: «Resûl-i Ekrem, olmayan şeyi misâfir için almak süretiyle külfete girmememizi ve mevcûd ile yetinmemizi bizlere emretmiştir.» demiştir. Yunûs (A.S.), dostları kendisini ziyarete geldiklerinde, onlara bir parça arpa ekmeği, bir miktar da kendi mahsûlü olan fasulya ekmeğini takdim ederek: «Yiyiniz, eğer Allah Teâlâ, tekellüf edenlere lânet etmeseydi, ben de tekellüf eder, size daha çeşitli yemekler hazırlardım.» dedi. Enes bin Mâlik (R.A.) ve diğer bâzı sahâbeler, ekmek kırıntıları ve hurma döküntülerinden ne bulurlarsa misâfirin önüne koyarak: «Kendisine takdim edileni tahkir eden ile, mevcudunu hakir görüp misâfirine takdim etmek istemeyenlerden, hangisinin daha büyük günah işlediğini bilemeyiz» derlerdi.
2 İkinci edep, ziyâretçiye aittir. Bu da ev sahibin den «Şunu, bunu getir» diye muayyen bir yemek istememekdir. Olur ki, ev sâhibi ağırlanır ve güç vaziyete düşer. Hattâ hane sâhibi, iki yemekten birini teklif ederse, misafir dâima ehveni tercih etmelidir. Sünnet olan da budur. Bu husûsda: «Resûl-i Ekrem, muhayyer bırakıldığı iki şeyden dâimu ehveni tercih ederdi.» diye vârid olmuştur. Ameş Ebû Vâil'den şöyle hikâye ediyor. Ebû Vâil diyor ki: Bir arkadaşım ile Selmân'ın ziyâretine gittim. Bize bir miktar arpa ekmeği ile biraz da tuz getirdi. Arkadaşım «Şu tuzun yanında biraz da ağter (kekik gibi bir ot) olsaydı» dedi. Bunun üzerine Selmân, matarasını rehin vererek o otu aldı geldi. Yemeği bitince arkadaşım: «Bize verdiği nimete kanaat ettiğimiz Allah'a hamdederiz» dedi. Selman: «Eğer kanaat etseydin benim matara rehinde olmazdı.» dedi. Bu husûs ev sahibinin vâziyetine göre değişir. Ev sâhibinde var veya almakta zorluk çekmezse, o zaman teklifte kerâhet yoktur. İmâm-ı Şâfiî, Bağdad'da Zağferâni'ye misâfir gittiği zaman, kendisinden çeşitli yemekler istemiştir. Zağferâni, her gün pişecek yemek listesini hizmetkârına verirdi. Bir gün İmâm Şâfiî, hizmetkârdan listeyi alır ve kendisinden de bazı ilâveler yapar. Sofrada bu yemekleri gören Zağferânî, «Ben bunları listeye almadım» diye hizmetkâra çıkışınca, hizmetkâr, İmâm Şâfiî'nin kendi yazısı ile olan ilâveyi gösterir. Zağferânî de sevincinden kölesi olan bu hizmetkârı âzâd eder. Ebû Bekr-i Kefânî: «Sırrı'nın yanına gittim, ufalanmış ekmek getirdi, yarısını bir bardağa döktü. Ben: «Ne yapıyorsun? Onun hepsini bir nefeste yutarım.» dedim. Sırrı gülerek, «Senin bu samimiyetin, bir hac sevâbmdan daha makbûldür.» dedi.
Bâzıları, yemek üç şekildedir, dediler: 1 — Yoksullar ile yemek: Bir sofrada tsâr yapmak, yâni yoksulların fazla yemesini sağlamak. 2 - Dostlarla yemek: Bu da çekinmeden samimî hava içinde olur. 3 - Ekâbir ile bir sofrada yemek: Bu da edebe riâyetle olur.
3 Misâfiri yemeğe teşvik etmek, arzu ettiği şeyleri istemesinı söylemek, bu suretle onu memnun etmeğe çalışmaktır. Burada büyük fazilet vardır. Hadîsde: «Din kardeşlerinin arzu ettiği yemeği kendisine yediren kimsenin günâhları bağışlanır. Din kardeşini sevindiren, Allah'ı sevindirmiş olur.» buyurulmuştur.
Yine Câbir'in (R.A.) rivâyet ettiği bir hadîsde Resûl-i Ekrem Efendimiz: «Din kardeşinhı canı çektiği bir şey ile ağzını tadlandıran kişiye Allahu Teâlâ bir milyon sevâp yazar, bir milyon günahlardan mahveder, bir milyon derecesini yükseltir ve Allahu Teâlâ, Firdevs, Adn ve Huld olmak üzere üç Cennet'ten ona yemek yedirir.» buyurmuşlardır.
Misafirine "Yemek getireyim mi?". dememek. Yemek varsa hiç sormadan sofrayı kurmaktır. Nitekim Sevri «Dostun seni ziyârete geldiği vakit, «Yemek getireyim mi? Yer misin?» demeden sofrayı kurabilirsen ne âlâ Yemeğe hemen kaldırırsın. Şâyet. yemek yedirmek niyetinde değilsen hiç yemekten bahsetmemen ve yemek göstermemelidir» demiştir. Yine Sevrî: «Yediğini çocuklarına yedirmeyecekse onlara göstermemelidir.» Sofilerden biri şöyle diyor «Yanımıza yoksul geldiği zaman ona yedirin. âlim geldıgi zaman, ondan mes'ele sorun. Kurra geldiği zaman ona da mihrabı gösterin.»