Mazide Kalacak Çoruh
Artvin, Türk insanının çok az tanıdığı hakkında fazla konuşulmayan, dağları 365 gün dumanlı bir Karadeniz ili.
Bu satırları okurken bana hak vereceğinize eminim. Artvin'e Erzurum'dan geçtik, yaklaşık 240 km. mesafede olması bizi oraya gitmeye teşvik etti. Ne kadar zaman alabilirdi ki bu yolculuk? Gidelim ve hakkında hemen hemen hiç bir şey bilmediğimiz Artvin'in yemek kültürünü lezzetler.com için gün yüzüne çıkartalım dedik.
Erzurum'un meşhur Tortum şelalesi, Artvin yolu üzerinde. Avrupa'nın ve Asya'nın en yüksek şelalesini görmeden gitmek olmaz düşüncesiyle, şelaleye uğramaya niyetlendik. Şelale Tortum adında olmasına rağmen, Tortum ilçesine bir hayli uzak. Tortum, Uzundere ve Şelale, yolun en güzel tarafı elma ağaçları açıkçası şiirsel bir manzara göreceğimizi umuyordum. Ne yazık ki hayal kırıklığına uğradım. Merdivenle inilerek seyre izin verilen şelale, gözüme pek cılız göründü. Nedeni de yaz sonu olması ve suyun azalmasıymış. Çevre de oldukça bakımsız, pet şişelerin düşüncesizce atıldığı, çöplerin rüzgâr yüzünden kenarlarda kümelenmiş bir durumdaydı. Şelaleye inen merdivenler de dekoratif olma adına şık ama kullanışlı değildi, basamak araları yüksek ve düzensizdi. Şelaleyi bir süre seyrettik hava oldukça sıcak ve bunaltıcıydı, hava uygun olmayınca zaten hiç bir şey güzel görünmez. Yukarı çıktık, piknik yapanların isli dumanları arasında kır lokantasına ulaştık. En güzel ne yiyebiliriz sorusunun cevabı "alabalık" oldu. İşin garip tarafı buradaki su kirli olduğu için, balık Uzundere'den geliyormuş. Siparişimizin üzerinden 15 dakika sonra 2 balıktan oluşan porsiyonlar geldi. Yanında çoban salatası, köy ekmeği tabir edilen lavaş vardı. Balık gösterişsiz servisine rağmen hafızaya kazınacak ölçüde lezzetliydi. Yemek sonunda işletme sahibinin bahçesinden incir ve şeftaliden oluşan ikram geldi. Çay içmek istedik, çaylar çok açık demliydi, burada çok çay içildiği için böyle oluyormuş. Eğer koyu çay isteniyorsa, bardak sadece demle dolduruluyormuş. Demli ve soğuk çaylarımızı içtikten sonra, şelale bölgesinden Artvin'e doğru direksiyonumuzu çevirdik.
Aradaki mesafe 125 km. herhalde 1 saat kadar sürer diye düşündük. Ne derler evdeki hesap her zaman çarşıya uymaz. Yolun bundan sonraki kısmının tam bir kovboy macera yolculuğu olacağını bilemezdik. Sağda kah hırçın, kah coşkun, kâh durgun akan Çoruh nehri, solda yer yer yolu tek şeride düşüren zor geçit veren dik, hem de dimdik dağlar. Bir taraftan yol yapımı, diğer yandan baraj çalışması... İşin psikolojik yanını da düşünürsek hayat boyu bir kere yapılsa yeter bir yolculuk oldu.
Çoruh vadisinin dağ yapısı o kadar ilginç ki asırlık ağaçların gövdesinin, koyu kahve, girintili ve çıkıntılarıyla, sanki bir kek kalıbının şeklini almışçasına, hayranlık uyandırıcı ve haşmetliydi. Arabamızın tavan penceresinin olması, bu dağ dizilerini seyrederken, daha da heyecanlanmamıza neden oldu. Hiç bir GSM operatörünün kapsamaması, trafiğin ıssız olması insan ruhunda tarifi değişik bir ürperti uyandırıyordu.
Zik-zak çizerek akan Çoruh, nadir yerleşimli yöre halkını da mucit yapmış. Nehri geçmek için teleferik tarzı hava salları yapmışlar. İlkel görünüşlü ama iş gören türden, makara ile hareket ediyor.
Yol boyu bazen korkarak, bazen etkilenerek bazen de hayıflanarak yaşadığımız o güzelliklerin 2 adet baraj yapımı nedeniyle sular altında kalacağını hatırladıkça şikâyet etmenin haksızlık olduğunu fark ettik.
Yusufeli ilçesi sapağından geçerken, Çoruh nehri de ikiye ayrıldı, bir kolu Yusufeli'ne giderken, diğer kolu sağımızda bize eşlik etmeye devam etti. Bu bölgede zeytin ağaçları ve Zeytinlik adında bir yer gördüm. İçimden buraların zeytinle ne alakası var diye düşündüm. Artvin'e varınca alakası olduğunu öğrendim.
İne-çıka yolun sonuna geldik ve 24.000 nüfuslu şehir girişi tabelasına ulaştık. Dönüşümüz karanlıkta olacağı için, o andan itibaren Çoruh, nehri, vadisi ve kanyonuyla, hafızalarımıza hatırladıkça buruk bir tebessüm bırakarak yerleşti.