Mevlâna'nın Sofrası
THY Skylife
Ünlü İslam düşünürü Mevlâna, hayat felsefesini açıklarken sembollerinin çoğunu doğadan seçmiştir. Gıdalar da bu semboller arasındadır. Mevlâna’nın, ilahi aşk şiirlerini toplayan Divan-ı Kebir adlı eserinde geçen “Hamdım, piştim, oldum” sözü, buna bir örnek. Ünlü âlimin, tasavvuf ile ilgili bilgilerin yanı sıra sunduğu
yemek reçeteleri de, kendi çağının
yemek kültüründen bizlere sunduğu birer hediye...
AŞÇIYA SAYGI
Sufizm, yani tasavvuf öğretisinde ‘mutfak’ çok önemli bir yer tutar. Dervişlerin eğitimlerine başladıkları yerdir burası. Amaç, sadece
yemek pişirmeyi değil, aynı zamanda doğanın olağanüstü çabalarla insanlığa sunmuş olduğu yiyeceklere karşı saygı duymayı öğrenmektir. Yiyeceklerin en verimli, en uygun şekilde kullanımına ve tüketimine büyük önem verilir. İşte bu yüzden, aşçılık Mevlâna zamanında en çok itibar edilen meslekti; hatta ruhani anlamda bir makamdı. Mevleviler, yüce yaratıcının sunmuş olduğu nimetleri büyük hünerle pişirdikleri ve kulların beslenmesine aracılık ettikleri için aşçılara büyük saygı göstermişlerdir. Bu hürmetin en büyük ispatı, Mevlâna’nın çok sevdiği aşçısı Ateş-baz Veli (ateşle oynayan ermiş kişi) öldüğünde, onun adına bir türbe yapılmasıdır. Dünyada adına türbe inşa edilen belki de tek aşçı olan Ateş-baz Veli’nin ebedi istirahatgâhı, Konya’nın Meram ilçesinde bulunuyor. Dünyanın ünlü yiyecek araştırmacısı Alan Davidson, bir makalesinde “Türbeye turist gittik, hacı olarak döndük” şeklinde bahsetmiştir bu yerden.
HER LOKMA İÇİN ŞÜKÜR
‘Somat’ (sofra) adabına da büyük önem veren sufiler, günde iki kez
yemek yerler. Öğlen ve akşam... Sofrayı ‘can’lar (mürid) hazırlar. Tuz,
yemeklerde törensel ifade taşır. Yemek onunla başlar, onunla biter. Hazırlıklar bitince, yemeğin yenmesine gelir sıra. Kazancı Dede,
kazanın kapağını açınca, ‘can’lar
kazanı ocaktan alırlar. Kazancı Dede’nin duası ile
yemek daveti duyurulur. Elleri önde bağlı duran sufiler, kapıya gelince başlarını eğerek selamlaşır ve sofraya geçerler. Şeyhin katılımı ve duası ile yemeğe başlanır. Yemek esnasında kesinlikle konuşulmaz. Mevlevilerde
yemek faaliyeti adeta bir ibadet halidir;
yemek yerken kendilerine nasip olan lokmalar için devamlı şükrederler. Yemeğe topluca başlandığı gibi topluca bitirilir.
BALIK ÇORBASINDAN AŞUREYE
Mevlâna’nın eserleri incelendiğinde, 13. yüzyılda Anadolu’da, sebzelerden
pırasa,
patlıcan,
kabak,
kereviz,
ıspanak,
soğan,
sarımsak; meyvelerden
elma,
ayva, nar,
armut,
şeftali,
incir,
kavun, karpuz;
baklagillerden
börülce,
mercimek,
fasulye,
nohut,
bakla; kuruyemişlerden
ceviz,
badem,
fındık, leblebi;
süt mamullerinden
peynir,
yoğurt, ayran tüketildiği görülüyor. Yufka, tandır ekmeği, etli ekmek, börek, çörek, tutmaç, tirit, bal, pekmez, helva, kadayıf, zerde ve şerbet gibi yiyecek ve içecekler de Mevlâna’nın eserlerinde pek çok kez anılmıştır.
Türkiye’nin değerli mutfak kültürü araştırmacısı ve
yemek kitabı yazarı Nevin Halıcı’nın İngilizce olarak hazırladığı son eseri ‘Sufi Cuisine’de (Sufi Mutfağı), Mevlevilerin pişirdiği
yemekler üzerine geniş bilgiler bulunuyor. Ayrıca Konya’da yaşayan şair Feyzi Halıcı’nın günümüz Türkçe’sine çevirmiş olduğu ‘Edirne Postnişini Ali Eşref Dede’nin Yemek Risalesi’ de, bizlere Mevlevi mutfağındaki
yemekler hakkında birçok bilgiler sunuyor.
Mevlâna döneminde, sufiliğin gereği nedeniyle sade malzemelerle hazırlanmış
yemeklerin oluşturduğu bir mutfak kültürü hakimdi. Sufi mutfağındaki
yemeklerin sade olmasının yanı sıra, çeşitliliği de göze çarpan bir ayrıntı. Çok çeşitli sebze
yemeklerinden balık türlerine kadar... Sadece kitaplarda değil, Mevlâna’nın sunduğu bu reçeteler... Konya halkının büyük bir kısmı sofralarını, sufilerin tatlarıyla süslüyor; her lokmada Mevlâna’yı anıyor.